YAYLADAGI






YAYLADAĞI






Çam ağaçlarının gölgesinde...






Yayladağı
Hatay’ın
en serin ve
yüksek yeri.
Çam ağaçlarıyla
çevrili bu bölge
güneyin
sıcak ikliminden
kaçmak isteyenlere
güzel bir
tatil imkanı sunuyor.
Yaylaya çıkmanın
keyfini
yaşamak istiyorsanız
şimdi tam zamanı…



Önümüz yaz ve sıcağın bizleri yorgun düşüreceği günler yaklaşıyor. Bu yaz, doğanın kucağına kaçmanın tam zamanı diye düşünüyorsanız, Hatay’ın en güney ilçesi Yayladağı sizi, sakin ve sessiz bir yayla keyfine davet ediyor. Burada bulamayacağınız tek şey, gürültü ve hava kirliliği. Yayladağı’na çıkmak için ya Antakya üzerinden ya da Samandağı’ndan gitmelisiniz. Antakya’dan Harbiye’ye oradan da dağların arasından dolaşarak, yol boyunca yeşile boyanmış tarlaların ve çalışan köylülerin arasından Yayladağı’na ulaşabilirsiniz.
Yayladağı, denizden 450 metre yükseklikte olduğu için yolları hep bir tırmanma şeridi şeklinde. İlçenin merkezi ise bu dağlar arasında daha alçak bir düzlük üzerindedir. Çam, sandal ve meşe ağaçlarının arasında dere ve çayların aktığı Yayladağı, binbir renkleriyle çiçeklere bürünmüş bereketli topraklara sahip. İlçeye girdiğimizde önce kamu binalarını görüyoruz. Aslında ilçenin büyük ve belirgin yapılarını da bunlar oluşturuyor. Diğer yapılar daha küçük ve iki katlı sade binalar. Yayladağı’nın bir tek meydanı var. Meydanda aba güreşi yapan iki güreşçinin kucaklaşmış heykeli bulunuyor. Meydan, Hükümet Konağı, Belediye Binası ve diğer resmi dairelerin binaları aransında. Yollar asfalt yerine arnavut kaldırımlarıyla ya da beton kare bloklarla döşenmiş. Meydanı çeviren Müftü Ali Yılmaz Caddesi üzerinde, dizi dizi küçük dükkanlar bulunuyor. Kimi bakkal, kimi kahvehane, kimi de lokanta olan bu dükkanlarda genelde yaşlılar oturmuş birbirleriyle sohbet ediyorlar. Selam verdiğinizde kahvedeki herkes size selam veriyor.

İSMİ YENİ AMA KENDİSİ ESKİ

Yayladağı’nın eski adı Ordu’ymuş. Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi sonrası ordusuyla burada konakladığı için bu adı almış. Ancak, Karadeniz’deki Ordu ili ile karıştırılmaması için adı 1940 yılında Yayladağı olarak değiştirilmiş. Adını da hemen yanında yükselen Yayladağı’na borçlu. İsminin yeni olmasına karşın buraya yerleşim 9. ve 10. yüzyıllara kadar dayanıyor. Keldağı üzerindeki Barlaam Manastırı bölgeye hakim konumuyla bu tarihe tanıklık etmiş. Yapılan kazılarda buradan İyonyalılar, Romalılar ve Abbasiler’e ait eserler bulunmuş. Hatta volkanik bir dağ olan Keldağı burada kurulmuş antik bir kent olan Montblace’yi tamamen yok etmiş. İlçe meydanının hemen yanında yükselen Kasım Bey Camii, burayı tekrar yerleşime açan Avar Türkleri’nden Savcılar Boyu’nun başı Kasım Bey’den hatıra. Caminin özellikle minaresi dikkat çekiyor. Tek ve iki katlı beyaz evler arasında kalan cami, sade bir gövdeye sahip.

TOPRAK ÇANAKTA KIYMA VE DEFNE YAĞININ BEREKETİ

İlçe meydanında bulunan Ordu Lokantası görünüş olarak çekici bir yer olmasa da, taş fırından yayılan güzel kokularıyla bizi kendine çekiyor. İsminin askerlerle ilgili olduğunu düşünürken Yayladağı’nın eski adının Ordu olduğunu hatırlıyoruz. Ne yiyelim, neyiniz meşhur diye sorduğumuzda garson ‘Size toprak çanakta kıyma hazırlayalım’ dedi. Çanağın içinde ateşte ağır ağır pişen bu yemek; et, baharat ve sebzelerden hazırlanıyor. Buranın el sanatları arasında çanak-çömlek yapımcılığı ve testicilik bulunuyor. İlçe nüfusunun büyük bölümü tarımla geçiniyor. Yayladağı’nın bodur elması meşhurdur. Diğer elma ağaçları yaklaşık 8-10 metre büyürken bodur elma ağacının boyu sadece 2.5 metre. Normal bir elma fidanı dikiminden 7 yıl sonra ürün verirken; bodur elma 2 yıl sonra ürün vermeye başladığı için oldukça karlı ve verimli... Yayladağı’nın ünlü doğal ve katkısız lokumlarıyla tanışma fırsatını Okay Şekerleme’de buluyoruz. Bu lokumlar diğerlerine göre daha yumuşak ve çok lezzetli. Yayladağı’ndan tatlı anılarla döneceğinizden hiç şüpheniz olmasın.

DEVRENT VE ABA GÜREŞLERİ

İlçe merkezinin 6 bin 500 civarında olan nüfusuna karşın 33 köyün toplam nüfusu 20 bin. Yani Yayladağı hala köy ağırlıklı bir yerleşime sahip. Bu nedenle ilçe merkezini 15-20 dakikada gezerken, köylerini yakından görmek için birkaç saatinizi yolda harcamanız gerekiyor. Müftü Ali Yılmaz Caddesi üzerinde çarşı boyunca ilerlediğinizde, yol sizi Suriye’nin Lazkiye şehrine açılan sınır kapısına götürüyor. Sınır kapısına 1 km yakınlıktaki Devrent Mesire Alanı sadece Yayladağı'ndan değil çevreden ve Antakya'dan gelen ziyaretçileri ağırlıyor. Geleneksel aba güreşleri burada yapılıyor. Aba aslında bir giysinin adı. Yakasız, kaban uzunluğunda, yarım kollu kalın kumaştan ve keçe kılından örülerek yapılan aba, köyün ortak malı sayılıyor. Güreşecek olan pehlivan abayı giydikten sonra beline kuşak bağlar ve er meydanına inerek güreşir. Davul-zurna eşliğinde başlayan güreş, en fazla 7 dakika sürüyor. Seyrine doyum olmayan bu karşılaşmayı izlemek için her yaz yapılan Yayladağı Festivali’ni beklemek zorundasınız. Devrent ile Yayladağı arasında yeşilin birçok tonunu görüyoruz. Bölgeye hayat veren doğal su kaynakları her yerden çağlayarak akıyor. Kureyş Deresi üzerindeki kemerli köprü Fransızlar'dan kalma bir yapı. Kureyş Deresi’nden Yayladağı’na doğru ilerlerken Samandağı gösteren tabelayı takip ederek köylere yöneliyoruz. Yayladağı’nın hemen çıkışında bir yatılı okul bulunuyor. Çocukların şenlendirdiği bu okul, Türkiye’nin en uç bölgesindeki eğitim hayatının canlılığına işaret ediyor. Ağaçların iki yanını sardığı yol, bizi gittikçe yüksek tepelere ve bu tepeler arasındaki Yayladağı Baraj Gölü’ne götürüyor. Doğası ve manzarası ile bizi büyüleyen bu yer aynı zamanda güzel bir mesire alanı.

İlçenin bir başka doğal güzelliği olan Karamağara’ya giderken defne yapraklarının davetkar kokusunu duyuyoruz. Yayladağı Barajı’nın yakınında, defne yapraklarının toplanıp işlendiği bir yere yolumuz düşüyor. Köylüler topladıkları defne yapraklarını çuvallarla buraya getiriyor. Makinelerde parçalanıp işlenen defne yaprakları, burada kurutularak çeşitli illere gönderiliyor. Yoğun bir koşuşturmanın tam ortasına düşüyoruz. Köylüler tartılarda, işçilerin bazıları kurutma çadırında, kimileri de makinelerin başında... Anadolu’nun karınca gibi çalışan insanlarının canlı örneklerini görüyoruz. Leylekli Köyü’nde balık avlayan Halil Yücedağ’la oturup sohbet ediyoruz. Emekli olunca İstanbul’dan kalkmış buraya yerleşmiş. Kendi deyimiyle, yılın on ayını Yayladağı’nda geçiriyor. Kışın da iki aylığına İstanbul’a dönüyor. Samandağ’a giden yolda ilerlerken Sebenova Köyü’nde, tandırda ekmek pişiren kadınlara rastlıyoruz. ‘Hoş geldin’ diyerek buyur ediyorlar. ‘Göz hakkıdır’ diye pişirilen ekmeği uzatıyorlar. Asıl zenginliği burada hissediyoruz: Yüreği zengin insanlarla tanışmanın verdiği mutluluğu...



DOĞAL VE TARİHİ GÜZELLİKLER İÇİÇE

Yayladağı; Suriye, Akdeniz ve Hatay arasında bir geçiş, aslında kaçış noktası! Doğal güzellikleri ve tarihi yapısıyla burası dinlenmek için uygun bir yer. Yayladağı’nda görebileceklerinizi bunlarla sınırlı değil. Kasımbey Camii ve köprüsü bin yıllık tarihleriyle buranın en eski eserlerini oluşturuyor. Akdeniz’in maviliklerine bakan Kocamağara ve Yuvadibi önemli doğal güzellikleri oluşturuyor.

Yayıkdamlar Köyü’ne 7 km. uzaklıktaki Karamağara, 200 metre iç genişliğe sahip ve denizden 1000 metre yükseklikte. Çobanlar ve balıkçılar tarafından barınak olarak kullanılmış olan bu mağaranın tavanı yakılan ateş nedeniyle isle kaplandığı için adı Karamağara olmuş. Mağaranın hemen yanından akan suyun şifalı olduğuna inanılıyor. Bu nedenle buraya şifa bulmak için çok uzaklardan gelenler bile var.

1740 metre yüksekliğindeki Keldağı, Barlaam Manastırı’na evsahipliği yapıyor. Antik dönemde Keldağı kutsal bir yer kabul edilmiş ve milattan önce 3. yüzyılda bir Dorik tapınak yapılmış. Milattan sonra 4. yüzyılda ise, St. Barlaam buraya gelerek Zeus heykelini yıkıp kendi cemaatini oluşturmuş. 10. yüzyılda tekrar yapılan manastır 12. yüzyıla kadar önemli bir merkez olmuş ve sonra terkedilmiş.

Barlaam’a çıkmak o kadar da kolay değil! Aracınızla Yeditepe mevkiine kadar gelebilirsiniz ancak daha sonra sizi 2.5 saatlik bir dağ tırmanışı bekliyor. Ancak göreceğiniz manzaranın güzelliği yorgunluğunuzu unutturacaktır.

Yayladağı, doğanın yükseklerde saklı güzelliklerini arayanlar için farklı bir yer. Bozulmamış dokusu, hoş sohbet insanları ve Akdeniz’in güzellikleriyle burası ‘iyi ki gördüm’ diyeceğimiz yerlerden biri.

Ordu Lokantası Tel: (0326) 471 10 20
Okay Şekerleme Tel: (0326) 471 21 90
Ek Fotoğraflar:
Emek Çakılı Tel: (0326) 471 23 53

1 Comment:

  1. Necati Alkan said...
    Bu yazıyı HAS Seyahat Dergisinden aldığınızı belirtseniz? Kopyala ekle ne kadar kolaymış!

Post a Comment